28 Mayıs 2012 Pazartesi

5,5 ÇOK ERKEN!



Önce 60 ay dendi, sonrasında 66 aya çıktı. Ne dersiniz velilerin haklı tepkileri devam ettikçe bu yaş sınırı daha da artar mı? Umudumuz bu yönde, çünkü gerçekten de 6 yaşını doldurmamış bir çocuğun okul olgunluğu tam değildir. Bu çocuklar henüz oyun çağında ve tuvalet alışkanlıkları ya da anne-babadan ayrılma gibi problemler yaşamaları çok olası. Üstelik okul öncesi eğitim almayan çocuklarda bu durum daha da kaotik bir hal alıp okula ve eğitime karşı bir direnç şeklinde ortaya çıkabilir.
Üstelik yaş grubunun 12 ayı kapsayacak denli geniş olması çocuklar için dezavantaj olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü bu çağlarda 1-2 ay bile o kadar çok şeyi değiştiriyor ki...
Aslında sorun okula başlama yaşının 60 ya da 66 ay olmasında değil, sorun Türkiye'de uygulanan eğitim sisteminde. Bakın bu konuda uzman pedagog Adem Güneş'in düşünceleri neler? : 
"Dünya üzerinde daha erken yaşlarda da çocuklar okullara kabul ediliyor. Ancak uygulanan sistem "Duyarlılık Eğitimi" içeriyor. Bizde ise "Davranış Eğitimi" içeriyor. Ülkemiz maalesef dünya eğitim sistemini göremiyor. Çağın çok gerisinde kalmış olan ve disipliner ,otoriter ve çocukta davranış oluşturmaya çalışılan eğitim sistemi ülkemizin en büyük kaybıdır. Halbuki çocukların yeteneklerine göre ve kendi fıtratlarının yol göstericiliği ile oluşan kazanımlarına göre okul öncesi ve ilk öğretim okullarında rehberlikleri yapılmalıdır.Örneğin, çocukların dile karşı en hassas olduğu ve bir dili en kolay öğrendiği dönem 3-6 yaş dönemidir. Yurt dışında birçok okulda çocuklar bu dönemde ikinci dillerini öğrenmektedirler. Halbuki bizim ülkemizdeki çocukların bu döneminin boş geçmekte olduğunu acı acı görüyorum. İngilizce öğrettiğini söyleyen okulların da en fazla, rakamları saymak, birkaç eşyanın ismini söylemesi ve birkaç da şarkı öğretmiş olmayı dil öğretmek olarak velilere sunması da ayrı bir trajedi. Halbuki Bakanlığın şuan üstünde durması ve sorgulaması gerekli olan en önemli şey “bu çocuklar neden okul öncesinde dil öğrenemiyor” diyerek öğrenme sistemlerini kontrol etmeleridir.Ayrıca şu an sinsi bir tehlike ülkemiz çocuklarının başında dönüyor… Hükümet iyi niyet ile bu kanunu teklif ederken, görüyorum ki “meslek lisesi”ne yüklediği anlam “işçi” sınıfını oluşturmayı hedefliyor ancak meslek tabiri sadece işçi olmayı değil, memur olma mesleğini de, bürokrasi mesleğini de içine alır.Bir şiddet toplumu oluşumuzun temel faktörlerinden biri de kişilerin yeteneklerine göre yaşama atılamıyor oluşunun verdiği isyan duyguları olduğunu unutmamak gerek…"

Gelelim dünya üzerinde okula başlama yaşları ve eğitim sistemlerine...

Almanya: 64 ay - 72 ay (30 Aralık ve 31 Aralık tarihleri arasında doğmuş olanlar ve henü altı yaşını ders yılı içinde tamamlayacak olan
çocukların
okula başlamaları konusunda çocuğun
velileri karar veriyor.)

Avusturya: 72 ay - 80 ay

Belçika: 64 ay- 72 ay

Bulgaristan: 72 ay - 84 ay

Çek Cumhuriyeti: 60 ay - 68 ay

Danimarka: 64 ay-72 ay

Estonya: 72 ay - 84 ay

Finlandiya: 72 ay - 84 ay

Fransa: 68 ay - 72 ay

Güney Kıbrıs: 68 ay - 72 ay

Hollanda: 48 ay - 60 ay

İngiltere: 60 ay - 68 ay

İtalya: 68 ay - 72 ay

İrlanda: 72 ay - 84 ay

İsviçre: 68 ay-72 ay

İsveç: 64 ay - 72 ay (Bazı durumlarda 6 yaşını bitirmeden
okula başlamak için müracaat eden
çocuklar öncelikle İsveççe dil gelişimlerine yönelik bir seviye tespit sınavı sonrası
okula kabul edilebiliyor.)

İspanya: 72 ay - 84 ay

Letonya: 72 ay - 84 ay (5-7 yaş arası iki yıl zorunlu
okul öncesi
eğitimi bulunuyor)

Litvanya: 72 ay- 84 ay

Lüksemburg: 72 ay - 84 ay (1
Eylül itibariyle 4 yaşını tamamlamış
öğrenciler 2 yıl zorunlu
okul öncesi
eğitime tabi)

Macaristan: 72 ay -84 ay (60-72 ay veya 72-84 ay arasındaki yıl zorunlu
okul öncesi
eğitim kapsıyor. 1 Ocak- 31 Mayıs arasında 6 yaşını doldurmuş olanlar ilkokula başlarlar. 31 Mayıstan sonra doğmuş olanlar ise 7 yaşında
okula başlar)

Malta: 60 ay -72 ay

Polonya: 72 ay- 84 ay (
Okul dönemi başlamadan önce 6 yaşını doldurmuş olanlar zorunlu ilk
okula başlar)

Portekiz: 64 ay - 72 ay

Romanya: 68 ay - 84 ay ( İlköğretime başlama yaşı 7 ya da bazı durumlarda 6 olarak değişmekte.
Okul öncesi
eğitim 3-4 yaş küçük grup, 4-5 yaş orta grup, 5-6 yaş ise büyük grup olmak üzere 3 gruba ayrılmıştır. Bazı anaokulları 6-7 yaş için ilköğretime hazırlık
eğitim sunmaktadır.)

Slovakya: 72 ay - 84 ay (Öğrenciler 6 yaşını doldurdukları yıl zorunlu eğitime başlarlar)

Slovenya: 72 ay - 84 ay

Yunanistan: 66 ay - 84 ay.

"Benim çocuğum yok", "Ben teyzeyim, amcayım, halayım, dayıyım" , "Benim çocuğum daha küçük" demeyin siz de aşağıdaki linkte bulunan imza kampanyasına katılın!


Sağlıklı ve mutlu günler...


22 Mayıs 2012 Salı

ARTISIYLA EKSİSİYLE ANNELİK

Dünyaya senden ve sevdiğinden bir CAN getirmek elbette tarif edilemez güzellikte bir duygu. İnsanın yaradılışı gereği DNA'sı üremeye programlı, biyolojik saat "Tik, Tak, Tik, Tak" ettikçe üreme iç güdüsü de tavan yapıyor haliyle. Kariyerini önceliklerinde ilk sırada tutan bir kadın zaman ilerledikçe içgüdülerine yeniliyor ve önce çocuğuna BABA olacak doğru erkeği bulmanın sonrasında da ANNE olmanın hayallerini kuruyor. Elbette bunun tam tersi örnekleri de vardır , sadece bu durum ülkemizde kadınların yaşadığı duygusal handikaplara bir örnek. Erkeklerde de buna benzer durumları görüyoruz elbette ama erkeğin kimyası ile kadının ki birbirinden farklı; dolayısıyla aynı durumlara birbirinden farklı tepkiler göstermemiz de gayet normal.
Bardağın dolu tarafını mı boş tarafını mı görmek istediğinize göre değişiyor hayatınızın yönü. Zaman zaman dolu ve boş birbirine karışıyor; mutluluk beklerken mutsuzlukla baş başa kalabiliyoruz. "Çocukta yaparım kariyer de..." sözü biraz ütopik bir düşünce bana göre. Zira hem iş hayatı, hem ev hayatı, hem anneliği layığıyla yerine getirebilen varsa "Süpergirl", "Zeyna" ya da "She-ra" yla aynıdır gözümde.
Anne olduktan sonra uykusuz gecelerimin sadece bir kaç ay süreceğini sonrasında bebeğimin uykusunun düzene gireceğini düşünmekle yanıldım mesela. Sonra en zor zamanlarının yeni doğduğu zamanlar olduğunu düşünmekte hataymış. Yaşadıkça anlıyor insan, çocuğuyla büyüyor öğreniyor. Benim kızım şu an 2 yaş sendromunun bütün evrelerini üzerimizde uygulayan bir küçük canavar. Ve şimdi sorsalar en zor zamanı bu zaman derim, çünkü bugünü ve yaşadıklarımı biliyorum. Demek istediğim zaman geçtikçe bir şeyler rayına girerken başka bir şeyler de raydan çıkıveriyor. Çocuğunuzun bir sorununu aşarken yeni bir sorunla yüz yüze geliyorsunuz ve bu hiç bitmiyor, bitmeyecek. En basit örneği dün akşam kızımın üzerine giydirmeye çalıştığımız bir çorap yüzünden bizimle inatlaşması ve neticesinde 1 saati geçen öfke nöbeti ve beraberinde gelen ağlama kriziydi. Bunun gibi daha pek çok örnek verebilirim. Bu deli çağlarındaki afacanlarla misafirliğe gitmekte akıl işi değil. Ben bugüne dek oturup keyifle bir bardak çay içmiş ya da iki çift muhabbet edebilmiş değilim. Peşinde koşmaktan, etrafa attıklarını toplamaktan, ev sahibinin evine-eşyalarına zarar gelmesin diye havada uçup karada kaçmaktan pek bir şey yapmaya zaman kalmıyor zaten. Bu yüzden öyle sakin sessiz oturan, evde çocuk var mı yok mu anlayamadığım durumlarla karşılaşınca kıskanmıyor değilim hani. Sokağa çıkmak desen ayrı bir işkence. Hadi bir saflık yaptın da çıktın diyelim, geri döndürebilene aşk olsun! Daha 2 yaşında bile değil ama sanırsın milli güreşçi, neredeyse beni tuş edecek, o denli gücüm yetmiyor! O yüzden evim güzel evim diyorum hep, çünkü her türlü öfke nöbetini, krizini, huysuzluklarını daha rahat karşılayabiliyorum evdeyken.
Bunları anlatmamın sebebine gelince; herkes anne-baba olabilir elbette. Ama asıl annelik doğurunca değil doğurduktan sonra başlıyor. Başa gelmeyince anlamıyor insan anneliğin sadece toz pembe olmadığını. Arada grilerde var, siyahlarda, yeşillerde...rengarenk bir duygu annelik. Sizi hıçkıra hıçkıra ağlatırken katıla katıla güldüren bir duygu. Sabrınızın sınırlarını öğrendiğiniz, size her gün yeni bir şey öğreten uzun soluklu bir maraton. Günlerce belki haftalarca eve kapanıp dış dünyayla iletişimi kestiğiniz, sosyal çevrenizin bazen tamamen yavrunuzdan ibaret olduğu, ondan başka bir uğraşa-hobiye izin vermeyecek kadar bencil bir duygu belkide.
O yüzden iş hayatını, sosyal hayatını, ailesini, arkadaşlarını, eşini, çocuğunu hep beraber sorunsuz şekilde götürebilen ve aynı zamanda kendine vakit ayırabilen kadını ben ayakta alkışlarım! Zira ben başaramadım. Sadece anneliği layıkıyla yerine getirebilsem başka şey istemem zaten!
Her şeye rağmen artısıyla eksisiyle sevinciyle hüznüyle en mutsuz anımda bile olsam kızımın gözlerimin içine gülen gözlerle bakıp "ANNE" demesi...işte bu her şeye, çekilen tüm sıkıntılara, tüm zorluklara değer! İyi ki "ANNE" olmuşum. Allah gönülden isteyen ve tüm sorumluluğunu kabullenecek herkese bu güzel duyguyu nasip etsin!

12 Mayıs 2012 Cumartesi

ANNEME İYİ BAK BABA!

Geçenlerde internette gezinirken karşılaştığım ve beni göz yaşlarına boğan Ersin Hoşgenç'in yazmış olduğu bu duygulu şiiri sizlerle paylaşmak istedim. 
Tam da "Anneler Günü" öncesi tüm anne ve babalara armağan olsun...

.



BABA,

Anneme iyi bak olur mu?


Benden sana evlat vasiyetidir.

Baba, anneme iyi bak!


Akşam en heyecanıyla televizyon izlerken,

Sen anneme bak.

Yaşanmışlıklarını göreceksin çocuksu bakışlarında;

Yaşattıklarını, yaşatamadıklarını,

Sana adanmış koskocaman bir ömrü göreceksin bakışlarında.


Akşamları geç geldiğinde

Yiyemediği lokmaları göreceksin,

Boğazına dizilen...


Baba, anneme iyi bak!...


"Hanım ben gidiyorum" dediğinde,

Sen merdivenleri inene kadar

Ardından bakan insana bir kez durup,

Merdivenin beşinci basamağında sen bak!


Gözlerinde sen daha gitmeden

Seni özleyen bir kadın göreceksin.


Sokakta gördüğün arkadaşının sıktığın eli gibi bir kez olsun sarıl ona.


Sıkıca!

Sevgiyle!


Saatlerini harcadığın kahve sandalyesinde,

Yudumlarken bardağından çayını;

Hiç birinin tadının

Annemin çayının tadına benzemediğini fark ederek;

Evde senin için yemek yapmanın telaşında olan

O kadını düşün.


Koyarak üç beş kuruş, yarım bıraktığın bardağının yanına,

En hızlı adımlarınla koş baba!


Seni terk eden annen gibi,

Ardından bıçaklayan dostların gibi,

Senin kıymetini bilmeyen evlatların gibi değil...


Ne zaman düşsen,

Canın acımasın diye düştüğün yere çimen olan,

Her bayramda senin elini

"Evimin Direği" diyerek öpen o kadına iyi bak baba...


Ne kadar usulca çıksan da merdivenleri

Senin geldiğini daha ilk basamakta anlayan kadına,

Yüzün asıksa, mutfağında sessizce ağlayan;

"Bu ev çok büyük geldi bana" diyen

Anama iyi bak baba.


Sarıl bu Anneler Gününde boynuna.

Tut ellerinden, öpüver.


Ve de ki ona :


"Siyah saçlarımın terk ettiği yıllarımdan geriye

Bir tek sen kaldın

Ve ben bir tek sana kaldım!"


Anama iyi bak baba...

ONUN GÖZLERİNDE SANA ADANMIŞ

KOSKOCAMAN BİR ÖMÜR GÖRECEKSİN !!!




Şiir: Ersin Hoşgenç

10 Mayıs 2012 Perşembe

PAZAR KAÇAMAĞI

Geçtiğimiz Pazar yakın arkadaşlarımız Mete ve Rana'nın sayesinde Sapanca'ya gezmeye gittik. Onlar da olmasa  pek bir yere kıpırdayacağımız yok zaten. Çok güzel bir gün geçirdik. Sabah erken saatte kahvaltımızı orada yapmayı planlayarak yola koyulduk. Giderken bizim kız pek huysuzluk yapmadı Allah'tan ama dönüşte intikamı feci oldu. Kahvaltımızı göl ve orman manzarası ve kuş cıvıltıları eşliğinde bu güzel mekanda yaptık.


Sonrasında yediklerimizi eritmek için sahil boyunca yürüyüş yaptık. Çocuğunu alan bu güzel havayı değerlendirmek için akın etmişti oraya.
Dönüş yolu üzerinde gördüğümüz ve kolay kolay da göze çarpmayacak kuytu bir girişi olan mekanı tesadüfen gördük. İçerisi cennetten bir bahçeydi sanki. İnsan şehirden kaçıp doğayla iç içe olunca hemen kafasında böyle güzel yerlerde yaşamak ve yaşlanmak gibi ütopik hayalleri oluyor. Öyle ki bu mekanda yemeklerimizi yerken muhabbetimiz de "Acaba böyle bir yer ne kadardır?" şekline dönüştü. Belki dünyaları yedik ama temiz havadan mıdır bilmem doymadık! Sizin de yolunuz Sapanca'ya düşerse kesinlikle gitmenizi tavsiye ederim. Henüz yeni açılmış ve web sitesi olmadığı için paylaşamıyorum sizlerle. Ancak mekanın ismi "Arka Bahçe". Çok zengin bir menüye sahip değil maalesef. Izgara köfte, çoban salata, patates kızartması ve şakşuka gibi apariflerle de doyarım benim için fark etmez diyorsanız mutlaka ziyaret edin. Yalnız başta pazarlık edin benden söylemesi ;)
Bizim küçük afacanlar kah dere tepe koştu, kah oturup boyama yaptı, kah hamakta sallandılar. Bizden çok eğlendiler belkide.
İnsan böyle güzellikleri her zaman yaşayamıyor. Biz de bu güzel günü paylaşmasak olmazdı. Her gün Pazar olsa ve hep böyle cennet mekanlarda yaşayabilsek keşke...





Bunlarda İlginizi Çekebilir

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...